Gezi Parkı direnişinin analizi pek çok yönüyle yapılabilir ve yapılıyor, bir yandan direniş ve dayanışma bu yazının yazıldığı 19. gününde, insani varoluşu direngenlik, yaratıcılık ve mizah yoluyla eyleme dönüştürerek yaşamı savunmanın biçimi olarak sürüyor.
İstanbul’dan başlayarak Ankara başta olmak üzere pek çok şehire yayılan protestolar ve dayanışma eylemlerine farklı kuşaklardan birbirinden farklı pek çok kadın katıldı. Direnişe katılan kadınlar açısından direnişin nedenleri çeşitli; bu nedenlerin önemli bir kısmının kadın bedenine yönelik doğrudan müdahalelere itirazlarda ortaklaştığı malum. Tam da bu nedenle direniş gündelik hayatın sıradan hallerinden çıkıyor, şehirlerin parklarında yeni kamusal ilişkiler ortaya çıkarıyor, mahallelerinden yürüyor. 8 Mart’lar dışında sokağa pek de çıkılmadığı düşünülürse, bu yeni durumda sokakta, direnişte, dayanışmada kadın olmak üzerine ne söylenebilir?
Sokaktaki kadınların belki pek azı kendini feminist olarak tanımlayacaktır ama bir halk hareketi olarak dili, biçimi, etiği vb sokakta kurulan bu direniş süreci, siyaseti kurma ve birbirinden öğrenme fırsatlarını da sunuyor. Din, etnisite, cinsiyet, siyaset, kültür, kuşak farklılıklarına rağmen hatta özellikle bu farklılıkların olanaklı kıldığı bir dil ve dayanışma oluştu. Gezi Parkındaki pasif direniş ve komün bunun çeşitli örneklerini gösterdi. Ankara’da da benzer biçimde direniş ve dayanışma parklarda ve sokaklarda oluştu ancak devletin yakınlığı ve somutluğu burada çatışmanın daha sürekli olmasına yol açıyor. Geçmişte Büyükşehir Belediyesi’nin yıkmaya kalkıştığı Kuğulu Park’ın ve çeşitli müdahalelere uğrayan Güvenpark’ın sembolik önemi fazla.
Bu müdahalelerden en yakın tarihli olanı plebisit tartışmalarıyla yeniden hatırlanan Kızılay’ın 2003 yılında yine Büyükşehir Belediyesi tarafından trafik ışıkları sökülerek ve yaya geçitlerine bariyer konulararak –sonradan kamuoyu baskısıyla engellenen- yayasızlaştırılması girişimi. 31 Mart’ta Kuğulu Park’ta toplanan binlerce Ankaralının Kızılay meydanına doğru yürüyüşe geçmesinin ve o günden itibaren Kuğulu Park’la birlikte Güvenpark’ın direnişin merkezine yerleşmesi bu nedenle anlamlı. Üstelik bir zamanlar, 1930’larda Güvenpark’ın tam karşısında yer alan ve artık üzerinde dev bir alışveriş merkezi bulunan Kızılay Parkı’nın hayaletinin hala meydanda dolaştığı düşünülürse daha da anlamlı.
Bir de çıkabilmek meselesi var tabi kadınlar açısından. Ankara’da gece-gündüz meydanları, yolları dolduran binlerce kadın sokakları geri aldı. Öte taraftan çoluklu çocuklu olanların çocukla-çocuksuz çıkma, çocukları yedirip-uyutup çıkma, çocuk bakımını babalar, büyükanne-büyükbabalarla paylaşma halleri var. Yine de bir yolunu bulup sokakta, parkta, meydanda olmak ısrarı. Birinin gözüne solüsyon sıkması, bazen parklarda kurulan kütüphanelerde gönüllü çalışmak, bazen çöp toplamak, bazen küfür edene etme demek, küfürün aslında kime küfür olduğunu konuşmak, tartışmak, ama konuşmak, bağırmak, susmamak, sineye çekmemek ve yürümek, yürümek.
Kadınların katılımı açısından önemli bir eylem 13 Haziran gecesi çocukları Gezi Parkı’nda olan ya da olmayan yüzlerce annenin Taksim’e dayanışmaya desteğe gelmesiydi. Annelerin İstanbul valisinin “gelin çocuklarınızı” alın çağrısını, ama yalnızca onu değil iktidarın siyasetinin kadını yalnızca aile içinde tanıyan-tanımlayan söylemini tersine çevirerek sokağa çıkması, anneliğin kimlik politikalarının yegane meşruiyet zemini olarak araçsallaştırılmayacağını, annelik deneyiminin ve kimliğinin özgürleştirici de olabileceğini düşündürdü.
Öte yandan Taksim, çapulcu ve marjinal “ gezi çocuklarının” anneleri ile çocuklarının artık yaşam hakkını değil ama insan haklarını arayan Galatasaray Meydanı’nda 429. kez bir araya gelen Cumartesi anneleri/insanları ve Roboski’de çocukları “terörist” ilan edilen anneleri sembolik de olsa biraraya getirdi.
Türkiye’de feminist hareketin tarihi yazılırken 1980 sonrası ikinci dalga feminist hareketi yaratan kadınların birinci kuşak Kemalist annelerin kızları olduğu söylenir. Gezi Parkı direnişi feminist bir eylem değil, ama kadınlar açısından önemli sonuçları olacağı düşünülebilir. Gezi direnişinin toplumsal tabanını orta sınıfın oluşturması Kemalist kadınların katılımını artırıyor. Ama kadınların katılımının Kemalist kadınlardan çok daha fazlasını kapsadığı çok açık. Asıl yeni olansa Kemalist kadınların “bile” Kemalizmin öcüsü Kürtler ve başörtülüler konusundaki ezberlerinin bozulmaya başlaması.
Medyanın suskunluğunun bunda payı büyük. Her fırsatta kendi tercih ettiği sözcüklerle “kızların” ahlakına ve kadınların cinselliklerine hükmetmeye çalışan, bir yandan da benim “başörtülü kızlarım” jargonunu özgürlük sosuna yatıran paternalist bir erk’ek’e karşı sesini yükselten kadınların, özellikle de Kemalist kadınların sürekli kendisine nasıl yaşaması gerektiğini söyleyen tüm sembolik ve gerçek babalara başkaldırısı umut veriyor. Mahallemdeki kadınlarla sokağı direniş ve dayanışma mahalline dönüştürmek beni heyecanlandırıyor. Üstelik son günlerde çocuklarla gidilebilecek en “güvenli” yerin sadece AVM’ler olduğu düşünüldüğünde “mahal”lerimize sahip çıkmak bana her zamankinden daha yaşamsal geliyor.
* Fotoğraf: Bülent Doruk / AA
Yrd. Doç.Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi